KETEBE Hat Sanatı, Ünlü Hattatlar, Hat Sanatkârları ve Eserleri
KETEBE Hat Sanatı, Ünlü Hattatlar, Hat Sanatkârları ve Eserleri

Muhsinzâde Seyyid Abdullah Bey

Hattat
Doğum Tarihi H. 1248
M. 1832-1833
Ölüm Tarihi H. 1317
M. 1899
Doğum Yeri İstanbul-Kuruçeşme
Mezar Yeri İstanbul-Eyüp Sultan Cami Haziresi

Fotoğraflar

Sanatkâr Hakkında

Sultan 2. Mahmud zamanı Istabl-ı Âmire müdürlerinden Mehmed Bey’in oğlu olarak, H. 1248/M. 1832’de İstanbul Kuruçeşme’de doğdu. Nesebi Muhsinzâde Dâmâd Mehmed Paşa’ya dayanır. 11 yaşında iken Beşiktaş’taki Kapıağası Mektebi’ne girip mektebin hocası Hâfız Mehmed Efendi’den sülüs ve nesih meşkederek icâzet aldı. “Acem” nâmıyla yâd olunan ve Sultan Abdülhamîd’e de muallimlik yapmış olan Alî Mahvî Efendi’den Farsça okudu. Eğitimini tamamladıktan sonra Sadâret Mektubî Kalemi’ne memur olduysa da bir müddet sonra istifa etti.

Şevkî Efendi’nin H. 1294/M. 1877’deki vefâtında, irâde-i seniyye ile Menşe-i Küttâb-ı Askerî hüsn-i hat muallimliğine ta’yin edildi. Ayrıca bizzat Sultan Abdülhamîd Han-ı Sânî tarafından “reisü’l-hattâtîn” ünvânı verildi. Bilâhare rütbe-i sâniyye sınıf-ı sânîsi ile üçüncü rütbeden Mecidî nişanı ile taltîf olunduğu gibi, Şifâ-i Şerîf tahrîrine me’mur edildi. Pazartesi günleri Menşe-i Küttâb-ı Askerî’ye gidip yazı talim eder, sâ’ir vakitlerini de Kuruçeşme’deki yalısında yazı yazarak ve bahçesindeki çiçekler ve ağaçlar ile uğraşarak geçirirdi.

Yine, bir gün yine bahçesi ile ilgilendiği sırada felç geçirip dört gün sonra, H. 12 Rebi’ü’l-âhir 1317/M. 20 Ağustos 1899’da, bir cumartesi akşamı vefât etti. Ertesi gün istimbotla Eyüp’e naklolunan cenâzesi Eyüp Sultan Türbesi civârına defnolundu. Mezartaşının kitâbesi şöyledir: Târikat-ı Âliyye-i Kadiriyye’den Reisü’l-hattâtîn Muhsinzâde es-Seyyid Abdullah Bey’in rûh-ı şerîfiyçün rızâ’en-lillâhil-Fâtihâ. Sene 1317   

Eserleri

Akrabalar

Muhsinzâde Mehmed Rahmî Bey
Oğlu

Hocaları

no image
Hâfız Mehmed Efendi
Aklâm-ı Sitte
Kazasker Mustafa İzzet Efendi
Aklâm-ı Sitte

Talebeleri

Aziz Rıfâî
Sülüs
H. 1314 / M. 1896-1897
Fâtımâ Naciye Zehra Hanım
Aklâm-ı Sitte
H. 1287 / M. 1870-1871
Hulusi Yazgan
Aklâm-ı Sitte
no image
Hâfız İsmail Hakkî
Aklâm-ı Sitte
Hafız Hasan Tahsin Efendi
Aklâm-ı Sitte
Kayışzâde Hafız Osman Nûri Efendi
Aklâm-ı Sitte
Nûrî Korman
Aklâm-ı Sitte
Muhsinzâde Mehmed Rahmî Bey
Aklâm-ı Sitte
no image
Mehmed Rızâ Safvet Bey
Aklâm-ı Sitte
H. 1292 / M. 1875-1876
no image
Osman Enverî Efendi
Aklâm-ı Sitte
H. 1291 / M. 1874-1875
Mehmed Suud Yavsi Ebüssuudoğlu
Aklâm-ı Sitte
H. 1316 / M. 1898-1899

İbnü’l-Emin Mahmud Kemal İnal, Son Hattatlar İbnülemin Mahmud Kemal İnal

Uzun boylu, beyaz top sakallı, mütedeyyin, mü’eddeb, mükrim, müsâfir-perver, asil ve necîb bir zât idi. Kazasker Mustafa İzzet Efendi merhûmun ileri gelen tilmizlerinden, yazının dikkat gerekdiren hususlarına vâkıf hattatînin önde gelenlerinden idi. Musikîye de intisâbı vardı. 26 Safer 1316[15 Temmuz 1898]’da bir Cuma günü ilk ve son def’a olarak yalısında üç-dört sa’at görüşmüş ve meclisinin letâfetini takdir etmişdim. O gün yazı ve musikîye dâ’ir uzun uzun görüşüldü.[1]

Refîk-i şefîki, üstâd-ı nâdirü’l-emsâl Mehmed Şefîk Bey’e dâ’ir ma’lûmât recâ etdim. Bazı beyânatda bulundu, kaleme aldık, kardeşim Ahmed Tevfîk Bey merhûm mekāle şeklinde yazdı. O esnâda birkaç arkadaşla neşretmekde olduğumuz Resimli Gazete’ye yazdık. Mehmed Şefîk Bey’e dâ’ir yazılan ilk mekāle odur. Abdullah Bey, refîk-i muhtereminin yazıdaki kemâl-i mehâretinden bahsederken “Biz, birbirimize ’üstâdım’ diye hitâbederdik.” dedi.

Hattat Beşiktaşlı Nûrî Efendi söyledi:

Şefik ve Abdullah beyler bulundukca yazıya dâ’ir konuşurlarmış. Yanlarında yazıya nisbeti olmıyanlar bulunduğu esnâda da suhbeti yazıya hasretdiklerinden üstâdları Mustafa İzzet Efendi, “Yazı ile münâsebeti olmıyanlar, sözlerinizden sıkılırlar, aleyhinizde bulunurlar. Bu gibi âdemlerin yanında onların da karışabilecekleri şeylerden bahsediniz. Yalnız kaldıkça yazıya dâ’ir konuşunuz.” diye nasihat edermiş.

Kendinin terceme-i hâlini yazmak istediğimi söylediğimde ise; “İnsan, hayatda iken terceme-i hâlini yazar, yâhud yazdırırsa mezara girüb oradan konuşmuşa benziyor, bundan hoşlanmıyorum.” dedi. Münâkāşaya ve ısrara lüzûm görmedim. Tertib etdiğim Hutut-ı Meşâhir Mecmu’ası’na bir yazı yazması hakkındaki recâmı – bazı zâtlar gibi naz ve girişmeğe girişmeden – derhâl kābûl etdi. Ne yazmak münâsib ise yazılub kendine gönderilmesini söyledi. Ertesi gün, şu Arebce beyit ile menzum tercemesini gönderdi:

Kâtib fenâ bulur yine âsâr-ı hâmesi

Bâkî kalır sâhife-i âlemde bir zamân

Reisü’l-hattatîn Muhsinzâde es-Seyyid Abdullah

28 Safer 1316[17 Temmuz 1898]

Bir gün sonra yazub mecmu’ayı küçük oğlu – Şûrây-ı Devlet kâtiblerinden hattatMehmed Rahmî Bey ile i’ade etdi. Kardeşim Ahmed Tevfîk Bey ve diğer bir zât ile ziyâret etdiğimiz günün gecesi yalıda kalınmasını teklif etdiyse de kalmadık. Keşke kalsaydık. Öyle güngörmüş hüner-ver bir zât-ı muhteremin suhbetinden pek çok istifâde ederdik.

Vefâtını müte’akiben Tercemân-ı Hakîkāt Gazetesi’ne[2] yazdığım mekālede menâkıb-ı cemîlesine tercemân olmuşdum.



[1] Söylediği kıymetli sözleri yazıya dökmediğime hâlâ tessüf ederim.

[2] 20 Rebi’u’l-âhir 1317 – 9 Eylül 1898.

Ketebe.org İsmail Orman

Daha sıbyân mektebinde iken hüsn-i hatta istidâdı görüldüğünden, hocası ile babasının tensîbi ile Kazasker Mustafa İzzet Efendi’ye devam etmeye başlayan Abdullah Hamdî Bey’in yeteneğini daha ilk derste görüp takdîr eden Kazasker Efendi, o anda yanında bulunan şâkirdi Mehmed Şefik Bey’e de anlatmış, ikisi arasında ölene kadar sürecek dostluk da işte burada başlamıştı.

Sadece bir senede yazıda ilerleme kaydeden Abdullah Hamdî Bey’i yanından ayırmayan Mustafa İzzet Efendi, onu mükemmel surette eğiterek tekemmüle ulaşmasını sağladı. Onun önde gelen tilmizlerinden olarak, kısa zamanda hüsn-i hattın dekayıkına vâkıf hattâtînden biri haline gelen Abdullah Hamdî Bey, dönemin kültür ve san‘at hayatının önemli simâlarından olan hocasının meclisinde, hattın yanısıra edebiyat ve musikîde de emsâlsiz tecrübeler elde ettiği gibi, vefâtında hocasının mezartaşını yazma şerefine de na’il oldu.

Hocasının vefatından sonra da yazı arkadaşı ve refîk-i şefîki Mehmed Şefîk Bey ile yaptığı istişâreler neticesinde, hocasının çizgisinden ayrılmayan kendine has üslubunu geliştirmeye muvaffâk olan Abdullah Hamdî Bey, bu sâyede reisü’l-hattâtîn ünvânını ittihâz eylemişti. En büyük meziyeti Türkçe kelimeleri, her kalemde satıra uydurma becerisi olmakla beraber, celî sülüste üstâdının ayarında değildir.

Neredeyse tümüyle yazıya hasretmiş olduğu ömründe yüzlerce eser vücuda getirmiş olan Abdullah Hamdî Bey’in yazılarına müze ve özel koleksiyonlarda sıklıkla tesadüf edilmektedir. Ayrıca Mahmud Paşa Yokuşu’nun alt tarafında Hacı Köçek Cami’nin dış kapısı üstünde mahkûk

Sa’ati vâhidedir ömr-i cihân

Sa’ati ta’ate sarfeyle hemân

beyti ile bitişiğindeki çeşme üstündeki manzum kitâbe de ona aittir. Hırka-i Şerîf Cami’nde ve sâ’ir mahâllerde de büyük kıt‘ada levhaları bulunmaktadır. Ayrıca seçme âyetlerden oluşan H. 1282/M. 1865 tarihli bir cüzü görülmüş olup hatt-ı nesihteki kudretinin timsâlidir.