KETEBE Hat Sanatı, Ünlü Hattatlar, Hat Sanatkârları ve Eserleri
KETEBE Hat Sanatı, Ünlü Hattatlar, Hat Sanatkârları ve Eserleri

Şânîzâde Mehmed Atâullah Efendi

Hattat
Doğum Tarihi H. 1175-1180
M. 1761-1767
Ölüm Tarihi H. 1242
M. 1826
Doğum Yeri İstanbul
Mezar Yeri Giresun - Tire

Fotoğraflar

Sanatkâr Hakkında

Şânî Ahmed Dede’nin hafîdi ve Şânîzâde Mehmed Sâdık Efendi’nin oğlu olarak İstanbul’da doğdu. Hoca İslâm Efendi’den dini ilimleri Nu’mân Nâ’im Efendi’den tıp ilmini öğrendi. Hususi surette Fransızca, edebiyat ve musiki dersleri aldığı gibi İsmâ‘il Zühdî Efendi'den sülüs ve nesih, Mehmed Es’ad Yesârî’den de ta'lik meşketti. H. 1200/M. 1786’da rü’ûs-ı tedrîse nâil olup ordu kadısı olduğu esnâda babasının mâiyetinde bulundu. H. 1208/M. 1794'te başladığı müderrislikte, tarîk-i tedrîsi tamamlayarak H. 1 Cum‘ade’l-âhire 1231/M. 29 Nisan 1816’da Eyüp Kadısı olarak ilmiyeye nakledildi.  

H. 15 Safer 1235/M. 3 Aralık 1819 tarihinde Sultan 2. Mahmud'un irâdesiyle vak’a-nüvisliğe tayin edildiği gibi, bir müddet sonra ilâve olarak Evkaf-ı Hümâyûn Müfettişliği de uhdesine verildi. H. 1237/M. 1821-1822’de Mekke-i Mükerreme Pâyesi ile taltîf edildiyse de, Hekimbaşı Behçet Efendi’nin entrikası ile H. 15 Safer 1241/M. 29 Eylül 1825’de vak’a-nüvislikten azledildi. Vak'a-i Hayriye'de de Bektâşîlik suçlamasıyla arpalığı olan Tire’ye sürüldü. İki ay sonra affedildiği müjdesini vermek için gelenlerin idâmına dâir haber getirdikleri zannıyla korkuya kapılarak, kalp krizinden vefât etti. Tire'de kışla civârındaki kabristânda medfundur. 

Hocaları

İsmail Zühdi Efendi
Aklâm-ı Sitte
Mehmed Es’ad Yesârî
Ta’lîk

İbnü’l-Emin Mahmud Kemal İnal, Son Hattatlar İbnülemin Mahmud Kemal İnal

Cevdet Paşa tarihinde der ki: Şânîzâde, ulûm-ı riyâziyye ve tabi’iyyede mâhir ve ilm-i tıbda emsâl-i nâdir, zâtıyla iftihâr olunur bir zât-ı memdûhü’l-me’âsir olub Bektâşîlik efkârından pek bâ’id idi. Lâkin Hekimbaşı Behçet Efendi onu istirkâb ederdi. Bazı eşhâs da ifsâd-ı zâtü’l-beynden hâli olmazlar idi.

Şânîzâde, güyâ “Behçet Efendi hekimbaşı ise ben de baş-hekimim!” dermiş yollu sözler şayi olmuşdu. Bu sebeble Behçet Efendi, Şânîzâde’nin bütün bütün aleyhine düşmüş ve onu evvelce vak’anüvislikden azletdirmişdi. Menfâda iki ay kaldıkdan sonra bağışlandığına dâ’ir ferman çıkmış, ancak müjdeyi vermek içün voyvoda tarafından ikâmetgâhına telâşla âdemler koşdurulduğunda, idâmına dâ’ir haber geldiği zannıyla paniğe kapılarak, 1242 Rebi’u’l-âhirinde, yâhud Cumade’l-ûlâ başlarında[1826 yılının Kasım ayında] rivâyete göre kalp krizinden vefât etmişdir.

Yukarıda söylendiği gibi velâdet tarihi mazbut olmadığından kaç yaşında vefât etdiği ma’lûm değildir. Menâkıb-ı Kethüdâzâde’de “daha genç imiş” denmesi, yaşını ta’yin etdirmezse de pek yaşlı olmadığı sonucunu verir.

Bir zemandan beri mezarlara gösterilen düşmanca nezâketsizliğin cümle-i acibesinden olarak “gayûr!” bir kaymekāmın yol açmak, yâhud açık yolu genişletmek içün Şânîzâde’nin mezarını yola katdırub taşını da atdırmış olduğunu – merhûmun, benim gibi hurmetkârlarından olan – evlâd-ı Mevlâna’dan doktor Ferîdun Nâfiz Bey, kemâl-i te’essürle ihbar etdiği gibi, Aksaray Gazetesi’nde nâmına ithâf etdiği bir mekālede umûmî harb esnâsında Safa nâmında cefakâr bir kaymekāmın bu mel’anete cüret etdiği beyân olunmuşdu. Doktor ve Şânîzâde’nin ulûvv-i şânını bilen erbâb-ı hamiyyet ve marifet ile yek-dil olarak merhûmun revân-ı pâkine Fâtihâ ve kabrini izâle edenlere lânet okumuşduk. Milletin, mislini pek nâdir yetişdirdiği ve bir daha yetişdiremiyeceği böyle bir kemâl-i mücessem hakkında revâ görülen hakāret, kabrin sahibinden ziyâde onun mensub olduğu milleti ilgilendirir.

Şânîzâde merhûmu – zemanına yetişüb de – yakından tanıyanların yazdıklarına göre, naklî ve aklî ilimlerde, bâ-husus tıp, teşrih, hendese, hisâb, cebir, mukābele, hey’et, musikî, resim, tarih, nücûm fenlerinde nâdirü’l-akran, lisân-ı Fransa’da terceman-ı ter-zebân ve Fransızca kitâbetde müşârün-bi’l-benân[1] Türkçe, Arebce ve Farsca eş’ar tanzîmine ve o lisanlarda inşâya kādir, üstâdâne tanbur çalar, bî-nazîr sa’at yapar, musavvirlikde behzâd, gâyet tiz dest-sâyâd, ârif, zarif, nâzük ve mütevazı idi.[2]

Cevdet Paşa, Ahmed Midhat Efendi’ye yazdığı bir mekālede diyor ki: Tarihi dahi şâyân-ı mütâle’adır. Latinceyi de pek iyi bilenlerdendir. Doğrusu asrının yegâne tabib ve feylesofudur.

Müte’addid ve mühim eseri vardır. Menâkıb-ı Kethüdâzâde’de deniliyor ki:Allah, o ilimleri, kendine gençliğinde ihsân etmiş. Öyle ilimler ki te’lifâtına Frenkler, “Ne ma’lûmatlı imiş?” diye te’accüb ederlermiş.

Vâkıf olduğu değişik ilim ve fennin herbirinin tahsili, bir ömürlük iş olduğu hâlde Şanîzâde-i âli-şânın, o ilim ve fenlerde bi-hakkın layıkıyla bilgi sahibi olması, hârikulade addolunacak mertebede cami’ü’l-kemâlât ve mümtaz bir dâhi olduğuna bâdir kanıtdır.

Şânîzâde, tarihinde Şehremîni İbrahim Efendi’nin vefâtından bahsederken diyor ki:

...hüsn-i hat ve kitâbetde tahsil-i mehârete niyetle hâlen mevâliden Mustafa Râkım Efendi’nin birâderi olub hatt-ı sülüsde üstâd-ı muhârrir-i hakir olan, zemanının şeyhü’l-hattatîni İsmâ’il Zühdî Efendi merhûmdan hatt-ı sülüs ve nesih meşkine müvâzıbet eylediğinden bu takrible beynimizde husûl-i rabıtâ-i şirkete mebnî, aralıkda Ortaköy’de sahilhâne-i fakire gelüb Zühdî Efendi merhûmla beraber haftalarca beytutet ederlerdi...

Levhâ hâlinde yazılarını görmedim. Yazdığı sülüs ve ta’lik yazılar ve yapdığı resimler ile basılmıyan eserleri, hayatı boyunca topladığı mühim kitablar, sürgüne gönderilmesinden ve vefâtından sonra kimbilir, hangi kıymetbilmezlerin eline düşüp zâyi’ oldu.[3]

 



[1] Diyarbekirli müteveffâ Alî Emirî Efendi, vaktile çarşıda bir mecmu’a satın almışdı. Bazı sahifelerinde Şânîzâde’nin Fransızca yazıları vardı.

[2]Ayine-i zürefâ

[3] Vaktiyle Fatih havâlisinde kitab satanlardan birinde – galiba – riyâziyâte dâ’ir yazma bir risâlenin başındaki boş sayfada kendi yazısı ile ismini görüp o sahifeyi koparub almışdım. Risâleyi almadığıma hâlâ te’essüf etmekdeyim.

Ketebe.org İsmail Orman

Cevdet Paşa’nın “ulûm-ı riyâziyye ve tabi’iyyede mâhir ve ilm-i tıbda emsâl-i nâdir, zâtıyla iftihâr olunur bir zât-ı memdûhü’l-me‘âsir” olarak tavsîf eylediği Şânîzâde Atâ’ullah Efendi’nin, musıkî, resim, tarih ve nücûm fenlerinde nâdirü’l-akrân, Fransızca’ya ziyâdesiyle vâkıf, el-sine-i selâsede eş’ar tanzîmine ve inşâya kadir olduğu âsârından nümâyândır. Ayrıca üstâdâne tanbur çaldığı, bî-nâzir sa’at yaptığı, “musavvirlikte behzâd, gâyet tiz dest-sâyâd, ârif, zarif, nâzük ve mütevâzı bir zât” olduğu menkûldür.  

Eğitimi esnasında hüsn-i hat tahsîlinden de hâli kalmamış olan Şânîzâde Atâ’ullah Efendi, İsmâ‘il Zühdî Efendi gibi bir hattat-ı mâhirden sülüs ve nesih meşkederek icâzet almıştır. Günümüze ulaşmış olan eserleri, hocasına bî-hakkın lâyık bir hattat olduğuna delâlet etmektedir. Öte yandan vefâtına kadar Mehmed Es’ad Yesârî’den meşketmiş olduğu hatt-ı ta’like daha sonra devam edip etmediği ma’lûm değildir. 

İslam Ansiklopedisi Ziya Yılmazer

İstanbul’da dünyaya geldi. Doğum tarihi tam olarak bilinmemekteyse de genellikle 1184’te (1770-71) doğduğu kabul edilir. Ancak kaynaklar, Şânîzâde’nin 18 Muharrem 1200’de (21 Kasım 1785) tedrîs ruûsunu alıp müderris olduğunu kaydettiğine ve on dört-on beş yaşları müderrislik için biraz erken sayılacağına göre doğum tarihinin bundan birkaç yıl daha geriye gittiği söylenebilir. Özellikle fıkıh alanındaki bilgisiyle tanınan babası Hacı Mehmed Sâdık Efendi çeşitli müderrisliklerde bulunmuş, Medine kadılığı sırasında vefat etmiş (1791), birçok risâlesi yanında mahkemelerde muteber bir eser olarak kabul gören Bedâyiu’s-sukûk’ü (Sakk-i Şânîzâde, Şânîzâde Sakki [İstanbul 1284]) yazmıştır. Ailenin Şânîzâde diye anılması dedesinin babası Ahmed Efendi’nin “Tarakçı” lakabıyla tanınmasındandır. Kelime daha sonra Farsça karşılığı olan “Şânî” biçimine dönmüştür. 


Şânîzâde, ilmiye mesleğine intisap ettikten sonra Halıcıoğlu Mühendishânesi ve Süleymaniye Tıp Medresesi’nde tahsilini sürdürdü. Daha önce öğrendiği Arapça ve Farsça yanında İtalyanca, Fransızca ve Rumca’yı da öğrendi. Özellikle Latince’yi çok iyi bildiği söylenir. 1821’de Mora’daki Rum isyanının ardından Dîvân-ı Hümâyun tercümanlığı için müslümanlardan bir kişi aranırken Meclis-i Vükelâ’da onun da adı geçti. Şânîzâde Mehmed müderris olmaya hak kazandıktan sonra önce ibtidâ-i hâric derecesiyle Örekezâde Medresesi’ne tayin edildi. 15 Muharrem 1205’te (24 Eylül 1790) ibtidâ-i dâhil rütbesiyle Sâniye-i Fâtıma Sultan, 7 Muharrem 1208’de (15 Ağustos 1793) hareket-i dâhil derecesiyle Dersiyye-i Hâne-i Ümmühânî, 11 Rebîülâhir 1211’de (14 Ekim 1796) mûsıle-i Sahn derecesiyle Beyazıt’taki Sahhaf Karaca Ahmed medreselerinde müderris oldu. 15 Receb 1218’de (31 Ekim 1803) ibtidâ-i altmışlı derecesiyle Müftü Hüseyin Efendi Medresesi’ne tayin edildi. 15 Şevval 1220’de (6 Ocak 1806) hareket-i altmışlı derecesine yükseldi. 13 Zilkade 1223’te (31 Aralık 1808) mûsıle-i Süleymâniyye derecesiyle Hoca Hayreddin ve Hâkāniyye-i Vefâ medreselerine geçti. 1 Cemâziyelâhir 1231’de (29 Nisan 1816) Çorlu Medresesi müderrisliği kendisinde olmak üzere Havâss-ı Refîa (Eyüp) kadısı oldu. 1 Cemâziyelâhir 1232’de (18 Nisan 1817) azledildi ve kendisine Mekke kadılığı pâyesi verildi. 3 Rebîülâhir 1232’de (20 Şubat 1817) hayat boyu müfettiş-i sadr-ı âlî olarak görevlendirildi. Ancak 9 Muharrem 1237’de (6 Ekim 1821) görevine son verildi. Şânîzâde’nin 13 Zilhicce 1241’de (19 Temmuz 1826) Mekke pâyesi ve Menemen arpalığı ile emekli oldu. 


Vak‘anüvis Mütercim Âsım Efendi’nin 9 Safer 1235’te (27 Kasım 1819) İstanbul’da vebadan ölmesi üzerine II. Mahmud, Şânîzâde’yi 15 Safer 1235’te (3 Aralık 1819) bizzat seçip vak‘anüvisliğe getirdi. Bu görevdeyken önce tarihin faydası ve değeri hakkında bir mukaddime yazıp padişaha takdim etti. Bunun beğenilmesiyle arzu ettiği gibi II. Mahmud’un cülûs tarihi olan 28 Temmuz 1808’den itibaren eserini kaleme almaya başladı ve Eylül 1821’e kadar getirdi. Yazmaya imkân bulamadığı 1821-1826 vekāyiine ait notları halefi Sahaflar Şeyhîzâde Mehmed Esad Efendi’ye devretti. Kendisini rakip gören Mustafa Behcet Efendi’nin ve başkalarının gayretiyle Eylül 1825’te vak‘anüvislikten azledildi. 


Yeniçeri Ocağı’nın ortadan kaldırılması sırasında Bektaşîliğin de yok edilmesine girişildiğinden Şânîzâde, Beşiktaş Cem‘iyyet-i İlmiyyesi’ne mensubiyetinden dolayı 9 Zilkade 1241’de (15 Haziran 1826) Bektaşî olduğu ileri sürülerek arpalığı olan Tire’ye sürgün edildi. İki ay sonra da burada vefat etti. Kaynaklarda, böyle bir âlimin sürgünde bulunmasına gönlü razı olmayan II. Mahmud’un af fermanı yazdırdığı, bunu getiren kavasın Şânîzâde’nin kaldığı konağa gelip telâş içinde yanlışlıkla, “Şânîzâde’nin itlâfına ferman getirdim” demesi üzerine her an İstanbul’dan kötü bir haberin gelmesini beklemekte olan Şânîzâde’nin olduğu yere yığıldığı ve kısa bir hastalığın ardından 1 Muharrem 1242’de (5 Ağustos 1826) öldüğü belirtilir. Kışla civarındaki mezarlığa defnedilen Şânîzâde’nin kabri bu mezarlığın 1916 yılında kaldırılmasıyla kayboldu. Daha sonra mezarındaki taş kasaba civarında tesadüfen bulunup Tire Müzesi’ne kaldırıldı. Bugün Tire’de onun adını taşıyan bir meydan ve cadde, bu cadde üzerinde 1973 yılında konmuş, modern çizgiler taşıyan bir anıt, hastahanenin bahçesinde 1950’de yapılan anıtın üstüne yerleştirilmiş bir büstü vardır. 


Şânîzâde Mehmed Atâullah Efendi, Avrupa’da başlayan modern tıbbın Osmanlı Devleti’nde tanınmasında önemli bir dönüm noktasıdır. Avrupa’da neşredilen birçok tıbbî eseri tek başına tercüme etmiş ve diğer faaliyetleriyle de modern tıbbın yerleşmesini sağlamıştır. Medreseli bir âlim sıfatıyla kendisinden öncekiler gibi İslâm ve Batı arasında uzlaştırıcı bir rol oynaması beklenirken Şânîzâde Batı bilimini, bu arada modern tıbbı doğrudan alan ve aktaran bir şahsiyet olmuştur. Onun dikkate değer bir yanı da eski tıp terimlerini yeniden değerlendirmesi, yeni tıbba ait eksiklikler için yeni terimler türetmesidir. Gerçekten Şânîzâde’nin kitapları Cem‘iyyet-i Tıbbiyye-i Osmâniyye’nin 1873’te hazırladığı Lugat-ı Tıbbiyye’ye temel teşkil etmiş, böylece aynı zamanda Türkçeleşme akımına katkıda bulunmuştur. Tesbit edilebilen tıbbî eserlerinin beşine Hamse-i Şânîzâde veya Kānûn-ı Şânîzâde adını vermiştir. Şânîzâde dönemin âlimlerinin bulunduğu, serbest akademik dersler veren Beşiktaş Cem‘iyyet-i İlmiyyesi’nin de üyeleri arasında yer alıyordu. Cemiyetin üyeleri Ortaköy’deki yalıda haftada bir iki defa buluşur, felsefe, şiir ve diğer ilimlere dair konuşmalar ve dersler yapardı. Bu kişiler, yeniçeriliğin ortadan kaldırılması sırasında kendilerini çekemeyenler tarafından mezhepsiz ve Bektaşî oldukları iftirasıyla dağıtılmış, her biri bir yere sürgün edilmiştir. Şânîzâde’nin astronomi ve astrolojiyle meşgul olduğu bilinmekteyse de bu konularda bir eser kaleme almamıştır. Ancak tarihinde yer yer her iki alanda görüşlerini ortaya koymuştur. Tıp, matematik ve astronomi yanında bazı sanat dallarıyla da (tambur çalmak, ressamlık, hattatlık gibi) ilgilendiği kaynaklarda belirtilmektedir. Şânîzâde’nin ayrıca mükemmel saat yaptığı ve usta bir avcı olduğu kaydedilmektedir. 


Eserleri. 1. Târîh-i Şânîzâde (Şânîzâde Târihi). Şânîzâde’nin vak‘anüvis sıfatıyla Âsım Târihi’ne zeyil olarak yazdığı eser, II. Mahmud’un cülûsundan (4 Cemâziyelâhir 1223 / 28 Temmuz 1808) başlayarak 1236 sonuna (Eylül 1821) kadar gelen olayları ihtiva etmektedir. İstanbul’da 1867-1874 yıllarında dört cilt halinde basılan eserin gerek ayrı şekilde mukaddimesi, gerekse mukaddime ile beraber tarihin diğer bölümleri, bu arada müellif nüshaları çeşitli kütüphanelerde bulunmaktadır. Eser basma ve yazma nüshaları karşılaştırılarak Şânîzâde Târîhi (1223-1237/1808-1821) adıyla neşredilmiştir (haz. Ziya Yılmazer, I-II, İstanbul 2008). Şânîzâde, Âsım Efendi’den devreden evrakı ve kalemlerden kendisine gelen hatt-ı hümâyun, ferman, irade, telhis, arîza, ilmühaber gibi resmî evrakı tarihinde yeri geldikçe kullanmış, bunlara kendi gördüklerini ve duyduklarını da eklemiştir. Bunların dışında dönemiyle ilgili yazdıklarında herhangi bir esere işaret etmemiştir. Fakat zaman zaman bazı olaylara açıklık getirmek için önceki dönemlere ait eserlerden ismen belirterek veya belirtmeyerek nakillerde bulunmuştur. Ayrıca bazı olaylar için Avrupa’da yayımlanan gazete ve kitaplardan faydalanmıştır. Şânîzâde’nin tıbbî eserlerinde kullandığı açık ve sade Türkçe’yi tarihinde ve diğer tercümelerinde görmek mümkün değildir. Devrine göre kısa cümleler kullanmasına rağmen secî‘ düşkünlüğünden ve bazı klişelerden, uzun izâfetlerden kendini kurtaramamıştır. Bununla beraber hadiselerin olduğu gibi yazılması şeklinde anladığı tarih telakkisine uygun fikir ve mâna dolu bir ifade kullanmış, Tanzimat devrine kadar telif edilen Osmanlı tarihlerinin modern anlayışa en yakın olanını ve ilmîsini meydana getirmiştir. Şânîzâde Târihi Cevdet Paşa tarihinin özellikle IX, X ve XI. ciltlerinin ana kaynağı olmuştur. 2. Mir’âtü’l-ebdân fî teşrîhi a‘zâi’l-insân. Modern anlamda hazırlanmış ilk anatomi (teşrîh) kitabı olup Mi‘yârü’l-etıbbâ’dan sonra yazılmış olmasına rağmen Hamse-i Şânîzâde’nin ilk kitabını teşkil eder. Şânîzâde önce Mi‘yârü’l-etıbbâ’yı yazmış, fakat bunun basımının gecikmesi üzerine kitabın daha iyi anlaşılması amacıyla Mir’âtü’l-ebdân’ı kaleme alarak sadrazam vasıtasıyla takdim etmiş, gerekli şekiller ilâvesiyle basılmasına izin verilmesi için ferman talep etmiştir. II. Mahmud fermanında kitabı beğendiğini söyleyerek basımı ve tashihlerinin bizzat müellifi tarafından yapılmasını istemiştir. Mir’âtü’l-ebdân, “Ostolociya” (osteologie = kemik bilimi) ve “Sarkolociya” (sarcologie = kas bilimi) olmak üzere iki kısımdan ibaret olup metinden sonra elli altı adet anatomi resmi ve arkasından resimlerin açıklaması gelmektedir. Hangi eserlerden tercüme edildiği bilinmeyen, sade bir Türkçe ile kaleme alınmış kitapta birtakım terimler Latince bırakılmıştır. Eser, Usûlü’t-tabîa ve Mi‘yârü’l-etıbbâ ile beraber Hamse-i Şânîzâde’nin ilk cildini teşkil eden üç kitabın birincisi olarak İstanbul’da 1235 (1820) yılında basılmış, üç yılda tamamlanan basımın tashihlerini bizzat Şânîzâde yapmıştır. Devlet ileri gelenlerine sunulmak ve halka satılmak üzere eser iki şekilde hazırlanmıştır. Mir’âtü’l-ebdân, T. X. Bianchi tarafından incelenmiş, Bianchi, kitabın bir zihniyet değişikliğini ifade ettiğini ve geleneksel Osmanlı düşünce tarzının dışına çıktığını farketmiş, Türkçe’de basılan ilk anatomi ve tıp eseri olarak Avrupa’ya tanıtmıştır. 3. Usûlü’t-tabîa. Hamsenin ikinci eseri olup Türkiye’de basılan ilk fizyoloji kitabıdır. Usûlü’t-tabîa’nın ilk bölümünde vücutta bulunan kuvvetler ele alınmış, ikinci bölümde hastalıkların sebepleri ve belirtilerinden bahsedilmiştir. Yine hangi eserden tercüme edildiği bilinmeyen ve sade bir Türkçe ile yazılan kitabın sonuna tıp fakültelerinde iç hastalıklarının başlangıcı şeklinde okutulan bir bölüm eklenmiştir. 4. Mi‘yârü’l-etıbbâ. Hamsenin üçüncü kitabı olup Avusturya tıp fakültelerinin başı olan Baron Anton von Störck’ün Medizinisch Praktischer Unterricht für die Feld und Landwundärzte der Österreichischen Staaten adlı eserinin (Wien 1776) Bartelemy Bathisti tarafından yapılan Instrozione Medico-Practica ad uso dei Chirurghi Civil e Militari Opera adlı İtalyanca tercümesinden (Venezia 1778) Türkçe’ye aktarılmıştır. Eserde hastalıklar Türkçe karşılıkları verilerek belirti ve tedavileriyle anlatılmış, ayrıca kullanılacak ilâçlar kitabın sonundaki ilâç listesinde yer alan numaralarıyla gösterilmiştir. 5. Kānûnü’l-cerrâhîn. Hamsenin dördüncü kitabıdır. Muhtemelen tercüme olan eserde hastalıklara dair kısaca bilgi verildikten sonra cerrahî hastalıklara ve yapılan uygulamalara geçilmekte, ardından cerrahların ilgi alanına giren hastalıklar ele alınmakta ve eser çıkıklar bahsiyle sona ermektedir. Mısır’da Bulak Matbaası’nda 1244’te (1828) iki resimli levha ve bunların açıklamalarıyla birlikte basılmıştır. 6. Mîzânü’l-edviye. Hamsenin bu beşinci kitabı ilâçlardan, ilâçların kullanım şekillerinden ve dikkat edilmesi gereken hususlardan söz eder. Feridun Nafiz Uzluk’un kütüphanesinde bulunan müellif hattıyla tek yazma nüshasının alfabetik tarzda düzenlenmiş ilk kısmı “sîn” harfine kadar gelmektedir. Uzluk, Türk Tıp Tarihi Arkivi’ne yazdığı makalelerinde eseri tanıtmış ve bugünkü harflere aktarmaya başlamış, ancak eserin yayımı devam etmemiş, elif harfinin “uyuz otu” maddesinde kalmıştır. Şânîzâde’nin, eserinde kalbi kuvvetlendirici ve idrar söktürücü “dijital”den (yüksük otu) ilk defa bahsetmesinden ve bu ilâcın etkileri hakkında bugünkü bilgilere yakın bilgiler vermesinden dolayı Türk hekimleri arasında ayrı bir değeri vardır. 7. Divan. Şiirlerinde “Atâ” mahlasını kullanan Şânîzâde divan edebiyatı tarzında yazdığı şiirlerinde pek başarılı görülmez. Vefatından sonra bir araya getirilen dört divanı İstanbul Üniversitesi (Nâdir Eserler, T, nr. 1352; T, nr. 9636) ve Viyana Millî (nr. 750) kütüphanelerinde, şimdilik bilinen son nüshası İstanbul’da Yapı ve Kredi Bankası Sermet Çifter Araştırma Kütüphanesi’ndedir (nr. Y 727). İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde (Nâdir Eserler, T, nr. 9749) Şânîzâde’nin kendi hattıyla şiirlerini de yazdığı bir defter vardır ve bu defterde divanda yer almayan bazı şiirleri de mevcuttur. 8. Tenbîhât-ı Hükümrân bâ-Ser‘askerân (Vesâyânâme-i Seferiyye). Bir ordunun düşman üzerine sevkedilmesi ve ardından kışlasına döndürülmesi sırasında kumandanların nasıl davranması gerektiğinin anlatıldığı eser, Prusya Kralı II. Friedrich’in kumandanlarına yaptığı tavsiyelerini ihtiva etmektedir. Şânîzâde bunu 1221’de (1806) III. Selim’in isteği üzerine Fransızca’dan Türkçe’ye çevirmiş ve kitap 1238’de (1822) Mısır’da Bulak Matbaası’nda basılmıştır. 9. Tanzîm-i Piyâdegân ve Süvâriyân. Şânîzâde’nin tarihinin mukaddimesinde ismen belirttiği eserin bugüne kadar herhangi bir nüshasına rastlanmamıştır. 10. Ta‘rîfât-ı Sevâhil-i Deryâ (Müfredât-ı Külliyye fî Sevâhili’l-Bahriyye). Büyük bir coğrafya kitabı olduğu söylenen ve muhtemelen Fransızca’dan tercüme olan eserde İstanbul’dan Cebelitârık Boğazı’na kadar giden gemilerin hangi limanlara uğrayacağı, bunların arasında ne kadar mesafe olduğu ve eserde ayrıca limanların tanıtıldığı belirtilmektedir. Bu tercümenin muhtemelen mukaddimesine ait nüshalarının Marburg (Hs. Or. Oct., nr. 1003) ve Kahire Üniversitesi (Türkî, nr. 5404) kütüphanelerinde olduğu bildirilmektedir. 11. Usûl-i Hisâb (Tercüme-i Cedîde-i Usûl-i Ta‘lîmiyye). Fransız Mühendislik Okulu hocalarından Charles Bossut’nün 1782’de yayımlanan Cours complet de mathématiques adlı eserinin İtalyanca’sından tercüme etmiştir. Bugün bilinen tek nüshası Viyana Millî Kütüphanesi’nde kayıtlıdır (nr. 1418). Şânîzâde’nin bunlardan başka tarihinin mukaddimesinde Cebir ve Mukabele ile Hendese adlı eserlerinin adı geçmektedir. Şânîzâde, özellikle tıbba dair eserlerinin basılmasında kendisini kıskananlar tarafından birtakım engeller ve zorluklarla karşılaşmış, bunları tarihinde yeri geldikçe dile getirmiştir. Süt çocuklarında görülen bulaşıcı bir cilt hastalığına dair Ruhye Risâlesi’nin bazılarınca Şânîzâde tarafından kaleme alınmış olabileceği belirtilmişse de bugün artık eseri Mustafa Behcet’in özellikle Störck’ün kitabından yararlanarak yazdığı kabul edilmektedir. 


BİBLİYOGRAFYA 

BA, Cevdet-Maârif, nr. 2368; BA, HH, nr. 16255, 22672, 22720, 24493, 31485, 32557, 32675, 44599, 44603; İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Deontoloji Anabilim Dalı ve Tıp Tarihi Bilim Dalı Arşivi, Şânîzâde Dosyası; İstanbul Müftülüğü Şer‘iyye Sicilleri Arşivi, Kısmet-i Askeriyye Mahkemesi, nr. V/1193, vr. 93a-96a; Defter fî Menâsıbi’l-ilmiyye, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3845, vr. 8b, 25a, 33a; Defter-i Sicill-i İlmiyye, Arkeoloji Ktp., Y. 3/3, nr. 1311, vr. 47b; Defter-i Ulemâ, İÜ Ktp., TY, nr. 855, vr. 106b; nr. 8874, vr. 41a; nr. 8879, vr. 15b, 50b; nr. 8881, vr. 32a; nr. 8882, vr. 36b; Defter-i Ulemâ, TSMA, Hazine, nr. 1649, vr. 35a; Memûrîn-i İlmiyye Defteri, Millet Ktp., Ali Emîrî, İlmiyye, nr. 56, vr. 12b; nr. 57, vr. 52b, 105a; nr. 64, vr. 20b, 31b; nr. 66, vr. 22b; nr. 71, vr. 55a; nr. 72, vr. 1a, 4a, 22a, 30b, 77a, 83b, 97b; Mehmed Cemâleddin, Osmanlı Târih ve Müverrihleri: Âyîne-i Zurefâ (haz. Mehmet Arslan), İstanbul 2003, s. 69-70; Hammer, GOD, IV, 453-457; Cevdet, Târih, X, 95, 183, 213, 215; XI, 15, 29, 30, 76; XII, 184, 185, 212, 213; Fâik Reşad, Eslâf, İstanbul 1312, II, 106-109; Osmanlı Müellifleri, III, 221-222; İbnülemin, Son Asır Türk Şairleri, I, 111-123; a.mlf., Son Hattatlar, İstanbul 1970, s. 64-66; Abdülhak Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim (Paris 1939) (haz. Aykut Kazancıgil – Sevim Tekeli), İstanbul 1991, s. 215-217; Sadettin Nüzhet Ergun, Türk Şâirleri, İstanbul, ts., II, 523-531; A. Süheyl Ünver, Tıp Tarihi, İstanbul 1943, s. 176-177; a.mlf., Tıp Tarihimiz Yıllığı I, İstanbul 1966, s. 38-39; Feridun Nafiz Uzluk, Şanizade Mehmet Ataullah, Ankara 1951; Ahmet Hamdi Tanpınar, 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1976, s. 70, 111-114; Mükerrem Bedizel Zülfikar, Tabîp Şânîzâde Mehmed Atâullah: Hayatı ve Eserleri (Aykut Kazancıgil, XIX. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunda Anatomi içinde), İstanbul 1991; Çetin Aykurt, Şânîzâde Mehmed Atâullah Efendi’nin Tarih Yazıcılığı (doktora tezi, 1999), Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; Namık Kemal Kurt, Şânîzâde Mehmed Ataullah Efendi’nin Kânûnü’l-Cerrâhîn Adlı Kitabının İncelenmesi (doktora tezi, 1999), İÜ Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Bedi N. Şehsuvaroğlu, “Hekim Şanizade Ataullah Efendi ve Modern Türk Tababeti”, Sağlık Dergisi, XXVI/9, Ankara 1952, s. 528-537; Nuran Yıldırım, “Türkçe Basılı İlk Tıp Kitapları Hakkında”, TUBA, III (1979), s. 443-445; Bekir Kütükoğlu, “Vekāyinüvis”, İA, XIII, 282